Halo,
Aralık 2017’de yaptığım ikinci İsrail/Filistin gezimin ardından, uzun bir aradan sonra tekrar karşınızdayım. Bu denli uzun bir ara vermemin sebebi yüksek lisans tezimi yazıp, sunumumu yapmam gerekmesi oldu. Başarı ile geçtiğim yüksek lisans tez sunumunun ardından gezmelere kaldığım yerden devam edebilirim. 🙂
Bu seferki gezim diğerlerinden farklı olarak bir iş gezisi oldu. Yüksek lisansım boyunca çalıştığım, bir ilaç firması ve Avusturya Teknik Üniversitesi (TU Wien) ortaklığıyla yürüttüğümüz TÜBİTAK projesi benim bu geziyi yapmamı sağladı. 3 sene boyunca çalıştığım proje sebebiyle yüksek lisansı bitirir bitirmez projeyi beraber yürüttüğümüz ilaç firmasında işe başladım ve ilk iş olarak da çalışmaların bir kısmının yapıldığı Viyana’ya gelmiş oldum.
Viyana’ya 13 Temmuz sabah 08:00 THY ile 2 saatlik bir uçuş sonrası ulaştık. Aslında gitmemiz gereken tarih 6 Temmuz’du ancak şirket adına vize işlemleri yapan bir seyahat firmasının yaptığı yanlış işlemler yüzünden 13’üne kaldık ve almamız gereken eğitimin en önemli ayağını kaçırmış olduk. Cuma günü gittiğimiz için de eve geçip biraz dinlendikten sonra TU’nun yolunu tutmak durumunda kaldık. Yol yorgunluğunu üzerine bir de eğitim yorgunluğunu ekleyince günü kapatmış olduk.
İş seyahati dolayısıyla çalışma arkadaşlarımla gittiğimiz Viyana’da, her zamanki gibi couchsurfing kullanma şansımız olmadı. Airbnb ile Westbahhof yakınlarında bir ev tuttuk. Viyana Uluslararası Havaalanı’ndan eve taksi ile yaklaşık 45€ ödeyerek geçtik. Aynı mesafe Uber ile 30€ verilerek de geçilebilirmiș. Tabi otobüs ile de şehir merkezine gitmek mümkün.
Viyana’da 15, yakın yerlerden görülmesi gereken Prag’da ise 2 gün geçirdik. Halstatt’a da gitmeyi planlıyorduk ancak o konuda organize olamadık. Prag yazısını buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Viyana, Avusturya’nın yüz ölçümü en küçük, nüfusu en büyük eyaleti ve başkenti. Tarih boyunca Avrupa’nın mimari, sanat, kültür ve politik şehri olan Viyana’nın günümüzde de bu özelliklerini koruduğu çok açık. Ancak Viyana’nın bu özelliği, üzerine Almanların soğukluğu da eklenince bir süre sonra sizi sıkabilir. Viyana gezisi planlayanlar için, bütün müzeleri gezmemek kaydıyla, 3 günün yeterli olacağını söyleyebilirim.
Viyana’da ulaşım çok rahat, metro 24 saat çalışıyor. Şehrin her noktasına metro hatları var. Tek yön bilet fiyatı 2.40€. Ancak diğer yazılarımı okuyanlar bilir ki, ben gezdiğim yerlerde ulaşıma para vermeyi sevmiyorum. 15 gün boyunca bir kere bile kontrole denk gelmedim. Ancak yakalanan kişilere 100€ ceza verdiklerini işittim. 5 sene önce Paris’te 180€ ceza yemiş ama ödememiştim, sonradan yaptığım vize işlemlerinde de karşıma çıkmadı.
Gezilecek Yerler
Schönbrunn Palace, Schönbrunn Sarayı, 14. yüzyıl başından itibaren Katterburg denilen alanı, Habsburg Hanedanı‘na bağlı olan Kutsal Roma İmparatoru II. Maximilian, 1569 senesinde hanedanın mülkiyetine ekler ve orayı avcılık faaliyetleri için kullanır. 1642 senesinde, bu alana bir saray inşa edilir. Saray II. Viyana Kuşatması sırasında zarar görür.

1687 yılında yeni bir sarayın inşası için Mimar Johann Bernhard Fischer von Erlach görevlendirilir. Mimarın 1721 yılında yayımlanan kitabının; A Plan of Civil and Historical Architecture satışı günümüzde bile devam ediyor. Planlanan sürede yapımı tamamlanamayan saray, İmparatoriçe Maria Theresia‘nın Nicolaus Pacassi’yi görevlendirmesiyle 1743-1479 yılları arasında genişletilerek tamamlanır ve Habsburg Hanedanı’nın yazlık sarayı olur.
Fransızların Viyana’yı işgali sırasında Napoleon sarayda kalır. Fransa ve Avusturya arasında imzalanan barış antlaşması yine bu sarayda imzalanır.
Peki Habsburg Hanedanı kimdir?
900’lü yılların başında tarih sahnesinde görülen, üç asır devam eden prenslik hanedanı. 1273’te o zamanki Almanya’nın tahtına sahip olan hanedan, daha sonra Avusturya’ya geçip Viyana’yı başkent yaptılar ve Avrupa’nın en güçlü hanedanı haline geldiler. Çocuklarını Avrupa’nın diğer hanedanlarının mensupları ile evlendirip miras bahanesi ile diğer memleketleri de ele geçirdiler. Önce Kutsal Roma-Germen, ardından da Avusturya-Macaristan imparatorluğunu kuran ailenin, Macaristan’ı da miras bahanesiyle elde etmelerini Kanuni Sultan Süleyman, 1526’da Mohaç’ta engelledi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan Habsburg İmparatorluğu’nun 1922 yılında ölen son imparatoru ile ilgili Murat Bardakçı’nın yazdığı güzel hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum; Viyana’daki Kapuçin Kilisesi’nin kapısına atların çektiği, son derece süslü ve birkaç yüz sene öncesinden kalma bir cenaze arabası gelecek.
Arabadan bayraklara sarılmış bir tabut indirilecek, tabutun önüne eli asâlı bir adam geçecek ve asâsı ile kilisenin kapısına üç defa vuracak. Kapının ardından “İçeriye giriş izni isteyen kimdir?” diye bir ses işitilecek ve asâlı adam “Otto! Allah’ın inayeti ile Avusturya İmparatoru, Macaristan, Bohemya, Dalmaçya, Hırvatistan, Slovenya, Galiçya ve Lodomeria ile Kudüs kralı, Toskana ve Krakov büyük dükü, Lorraine, Salzburg, Stiria, Carni-ola ve Bukowina dükü, Transilvanya büyük prensi, Moravya’nın efendisi, Si-lezya, Modena, Parma, Piacenza, Guastalla, Osviecim ve Zator ile Teschen, Friaul, Dubrovnik ve Zadar markisi, Habsburg, Tirol, Kyburg, Grozia ve Gradisca kontu, Trento ve Brixen prensi, Yukarı ve Aşağı Lusetia ile İstria’nın efendisi, Hohenemez, Feldkirch, Bregenz, Sonnenburg ve daha pekçok yerin kontu, Trieste, Kotor ve Slovenya lordu, Sırbistan’ın büyük voyvodası, vesaire, vesaire, vesaire…” cevabını verecek. İçeriden bir ses gelecek: “Böyle birini tanımıyoruz!”.
Kapının dışında bekleyen eli asâlı adam, birkaç saniye sonra kapıyı yine üç defa vuracak, yine “İçeriye giriş izni isteyen kimdir?” sorusu işitilecek ve bu defa daha kısa bir cevap verilecek: “Otto! Allah’ın inayeti ile Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı”.
Kapı yine açılmayacak ve yine aynı cevap verilecek: “Böyle birini tanımıyoruz!”.
Kapuçin Kilisesi’nin kapısının dışında bekleyen adam hiç bıkmayacak, elindeki asâyı yine üç defa vuracak ve aynı soru ile karşılaşacak: “İçeriye giriş izni isteyen kimdir?”
Artık başka bir cevap verilecek: “Otto adında günahkâr bir fânî!”
İçeriden bu defa “Girebilir!” sadâsı işitilecek, kapı açılacak ve bayraklara sarılı tabut Kapuçin Kilisesi’nin mihrabının önüne taşınacak.
Bu arada Schönbrunn çok geniş bir alana yayılmış, içerisinde hayvanat bahçesi ve botanik bahçesi de barındırıyor. Giriş ücretleri oldukça yüksek. Ücretsiz gezebileceğiniz alanlar da mevcut. Schönnbrun’a U4 metro hattını kullanıp, Schönbrunn veya Hietzing duraklarında inerek ulaşabilirsiniz. Bir durakta inip, bahçeleri dolaştıktan sonra diğer durakta metroya tekrar binebilirsiniz.

Hofburg Palace, Hofburg Hanedanlık Sarayı, 13. yüzyılda inşa edilen saray, Habsburg Hanedanlığı tarafından kış aylarında kullanılmış. Günümüzde, Cumhurbaşkanlığı Ofislerinin bulunduğu saray aynı zamanda İspanyol Binicilik Okulu, 14. yüzyıldan kalma Augustinian Kilisesi, Kraliyat Şapeli ve Ulusal Kütüphane’ye de ev sahipliği yapıyor.

Saray ziyaretçiler için İmparatorluk Gümüş Koleksiyonu, Sisi Müzesi ve İmparatorluk Daireleri şeklinde üçe ayrılmış. İmparatorluk Gümüş Koleksiyonu, sarayın tabak, çanak, çatal, bıçak gibi özellikle yemek masasına ait gümüş malzemelerinin sergilendiği alan olarak karşımıza çıkıyor.
Sisi Müzesi, Bavyera Dükü Maximilian Joseph’in güzel ama mutsuz kızı, İmparatoriçe Elisabeth Sisi’ye ait eşyaların sergilendiği bölüm. Sisi saray hayatını hiçbir zaman benimseyememiş, kraliyet ailesi ile pek iyi geçinemez. Güzelliği ve mutsuzluğu, soyluluğu ve halkla iç içe oluşu, asi ve kararlı oluşu ve bir suikasta kurban gitmesi onu halk gözünde kahraman yapmıştır.

Son olarak İmparatorluk Daireleri, Franz Joseph ve Sisi’nin yaşam alanlarını ve eşyalarının sergilendiği bölüm oluyor.
Hofburg Hanedanlık Sarayı şehrin tam merkezi olan Sthephanplatz’ın giriş kapısına da sahip diyebiliriz. U3 ile Herrengasse’de inerek kolayca ulaşabilirsiniz.

Belvedere Palaces, Belvedere Sarayı, Osmanlı’yı birçok kez yenen ve gerileme dönemini başlatan Karlofça Antlaşması’nı imzalamasına sebep olan Savoy Prensi Eugene‘in isteğiyle, mimar Johann Lukas von Hildebrandt tarafından 18. yüzyıl sonlarına doğru barok tarzda aşağı ve yukarı olarak inşa edilen külliye(!) :).
Prens Eugene’in yazlık olarak kullandığı Aşağı Belvedere 1716, merasim salonu olarak kullanılan Yukarı Belvedere ise 1724 yılında tamamlanmış. Yine Eugene isteğiyle Fransız Dominique Gerard tarafından iki saray, sayısız heykellerin, süs havuzlarının olduğu güzel bir bahçe ile birleştirilmiş.

Belvede Sarayı’nın geniş sanat koleksiyonun çoğunluğuna ev sahipliği yapan Yukarı Belvedere, 1955 yılında Avusturya’nın, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere ile antlaşma imzalayarak bağımsızlığını ilan ettiği yer olması sebebiyle oldukça önemli. Sanat galerisi olarak kullanılan saray Gustav Klimt‘in meşhur eseri The Kiss‘e de ev sahipliği yapıyor.

Konaklama amaçlı inşa edilen Aşağı Belvedere ise iki katlı mermer salonu, mitolojik tanrı Apollo’nun heykelleri, zengin tavan freskleri, duvar resimleri ile görülmeye değer.
Belvedere Sarayları, Prens Eugene öldükten sonra mirasçısı bulunmadığından, tüm saray İmparatorluk Mahkemesi’ne satıldı. Tahtın varisi Arşidük Franz Ferdinand burada konaklamaya başladı. Franz Ferdinand’ı Saraybosna ziyareti sırasında Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından suikaste uğrayıp 1. Dünya Savaşı’nın başlamasında kıvılcım etkisi yaratmasıyla tanıyoruz.
Belvedere Sarayı’na U1 metro hattını kullanıp, Hauptbahnhof durağından 15 dakika yürüyerek veya Tramway D hattını kullanarak hemen önündeki Schloss Belvedere durağında inerek ulaşabilirsiniz. Yukarı Belvedere tek başına 20€ iken, iki sarayı birden gezmek 27€’ya mal oluyor. Bahçelerini ücretsiz gezebilirsiniz.
Naturhistorisches Museum, Viyana Doğa Tarihi Müzesi, 29,500 yıllık Willendorf Venüs’ü, 200 yıl önce soyları tükenmiş olan deniz ineği iskeleti, devasa dinozor iskeletleri, dünyanın dört bir tarafından toplanmış hayvanlar gibi dünyanın en meşhur parçalarının yanı sıra yine dünyanın en büyük gök taşı koleksiyonuyla birlikte 30 milyondan fazla objeye ev sahipliği yapıyor.

Viyana Doğa Tarihi Müzesi, tam karşısında bulunan birbirinin aynısı olan Viyana Sanat Tarihi Müzesi ile aynı anda 1889 yılında açılıyor. İki binanın tam ortasında Maria Teresa heykeli bulunuyor ki bölgeye de Maria Teresa Meydanı deniyor. 39 adet sergi salonu bulunan müzeye ilk girdiğiniz anda büyüleniyorsunuz.

Müzeye, Türkiye de dahil dünyanın dört bir yanından toplanmış gök taşı ve değerli taşlar koleksiyonu başlıyorsunuz. Gök taşlarının büyük çoğunluğunun Mars’tan geldiği düşünülüyor. Taşların hepsini incelemek muhtemelen yıllarınızı alır, sergi odalarının birkaçı bu taşlar için ayrılmış.

Taş koleksiyonundan sonra birçok hayvana ait olan fosillerin ve dinozor iskeletlerinin ve hareketli replikalarının olduğu odaları geçiyorsunuz.

Evrime ayırdıkları bir oda mevcut. Oradaki bir ekranda fotoğrafınızı çekip hangi çağda yaşamak istediğinizi seçtiğinizde, sizin fotoğrafınızı o çağda yaşayan insana dönüştürüyorlar. Böylece birkaç milyon yıl önceki halinizi görmüş oluyorsunuz. 🙂

Müzenin üst katına çıktığınızda da nesli tükenmiş hayvanların içi doldurulmuş sergisini gezebilirsiniz.

Müzeye giriş 15€. 25 yaşından küçük öğrencilere 10€. U2 metro hattıyla Museumquartier durağında inip ulaşabilirsiniz.
Kunsthistorisches Museum, Viyana Sanat Tarihi Müzesi, Avusturya-Macaristan İmparatoru I. Franz Joseph tarafından 1891’de açılan ve Habsburg hanedanlığının yüzyıllar boyunca topladıkları eşsiz eserleri barındıran müzede, Mısır ve Yakın doğu Koleksiyonu, Yunan ve Roman Antik Koleksiyonu, Madeni Paralar Koleksiyonu, Dekoratif Sanatlar Koleksiyonu ve Kütüphane bölümleri yer alıyor. Ünlü ressamların resimlerinin de sergilendiği müzeye giriş Doğa Müzesi’ne göre daha pahalı. Bu müzeye de U2 metro hattıyla Museumquartier durağında inip ulaşabilirsiniz.

Museumquartier, müze köşesi diyebileceğimiz tam 90,000 m2’lik alana yayılmış kültürel kuruluşların oluşturduğu binalar topluluğu. Museumquartier dünyanın en büyük çağdaş sanat ve kültür merkezi konumunda. Tarihsel mimarinin çağdaş mimari ile, yüksek kültürün alt kültür ile harmanlandığı, güzel sanattan mimariye, müzikten modaya, tiyatrodan dansa, edebiyattan çocuk kültürüne kadar çok geniş bir spektruma sahip olmakla birlikte kafeler, restoranlar, barlar vs. dinlenme alanlarına da sahip. Buraya U2 metro hattıyla Museumquartier durağında inip ulaşabilirsiniz.
Stephansplatz, şüphesiz Viyana’nın kalbi olarak nitelendirebiliriz. Şehrin en pahalı kafe, restoran, alışveriş merkezlerinin bulunduğu meydan, aynı zamanda en şehrin kalabalık bölgesi. Stephansplatz, adını Aziz Stephan’ın mezarını içinde taşıyan St. Stephen Katedrali’nden alan meydan cıvıl cıvıl, rengârenk ve hareketin hiç eksik olmadığı bir bölge. Mozart’ın evi de bu meydanda bulunuyor. Stephanplatz’a U1 ve U3 metro hatlarını kullanarak aynı isimli duraktan ulaşabilirsiniz.

Stephansdom Cathedral, Aziz Stefan Katederali, 1339-1365 yılları arasında, daha önce de 1137 yılında inşa edilen ancak harabe haldeki bölge kilisesi (parish church) dedikleri başka bir kilisenin üzerine roman ve gotik mimari ile inşa edilen katedral, Viyana’nın en önemli simgesi konumunda. İki Osmanlı Kuşatması’ndan da yaralanarak ayrılan katedrale, ikinci kuşatmadan sonra Osmanlı’nın geride bıraktığı çelikler eritilerek 22,5 ton ağırlığında çan yapılmış. İkinci Dünya Savaşı sırasında katedral büyük hasar görünce çan da yıkılmış. Daha sonra yenilenmiş. Bu arada, Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak Viyanalılara haber vermekle görevli bir memuriyetin, henüz 1956’da Viyana Belediye Meclisi’nce, artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından ve bu görevin lüzumu olmadığı için kaldırıldığına dair birkaç yerde bilgi okudum ancak ne kadar doğru bilmiyorum.

Katedral, Stephansplatz üzerinde bulunduğundan yine U1 ve U3 metro hatlarını kullanılarak ulaşılabilir. Katedralin içinin bir kısmını ücretsiz gezebilirsiniz. Katedral içinde sürekli olarak konserler düzenleniyor. Bizim Mozart Requiem isimli konseri izleme şansımız olmuştu.
Mariahilfer Strasse, Mariahilfer Caddesi, Viyana’da konakladığımız yere de yakın olan Mariahilfer, Stephanplatz’a göre daha ucuza alışveriş yapabileceğiniz, şehrin en uzun caddesi. Cadde üzerinde Batı Tren İstasyonu ve Viyana Teknik Üniversitesi de bulunuyor. Cadde boyu 2-3 tane metro durağı mevcut, U3 hattı kullanılarak ulaşılabilir.
Michaelerkirche, Aziz Mikail Kilisesi, Viyana’daki en eski kiliselerden birisi olan Aziz Mikail Kilisesi, şehirdeki az sayıda Romanesk ve Gotik Mimari’ye sahip bir yapı. 1219-1221 tarihleri arasında Avusturya Dükü VI. Leopold tarafından yaptırıldığı düşünülen kilisenin açılış tarihi tam olarak bilinmiyor. Kilisenin altında St. Michael’in türbesi bulunuyormuş. Bu kısımdan haberimiz yoktu dolayısıyla göremeden çıkmış olduk. Kilise, Hofburg Hanedanlık Sarayı’nın Aziz Mikail kapısı karşısında yer alıyor.

Wurstelprater, Lunapark, Avusturya İmparatoru II. Joseph’in, imparatorluğun avcılık faaliyetlerini gerçekleştirmek için oluşturduğu Prater denilen bölge üzerine, bölgenin halka açılması sonrasında 1766 yılında yavaş yavaş oluşturulmaya başlanan ve Avrupa’nın en eski dönme dolabının da bulunduğu eğlence alanı. 7’den 70’e her yaşa uygun aletlerin bulunduğu lunaparkta bilet fiyatları 4-10€ arasında değişiyor. Bölgede restoran ve kafeler de elbette mevcut. U1 metro hattını kullanıp Prater durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Biz Sapan dedikleri, metrelerce yüksekliğe fırlatan bir alete bindik. Normalde sapanlar kapalı olur ancak bunun her tarafı açıktı. Lunaparkın en eğlenceli aleti olduğunu söyleyebilirim. Ancak fiyatı biraz pahalı; 15€.
Ernst Happel Stadion, Ernst Happel Stadyumu, Avusturya’nın 50000 kapasiteli en büyük stadı. Yalnızca Millî maçlara ev sahipliği yapıyor. 1992 yılına kadar Prater Stadyumu olarak adlandırılsa da 1992 yılında Ernst Happel olarak adlandırılmış. Stadyumun bizde önemli bir yeri olduğu için listeye ekledim. EURO 2008’de Hırvatistan ile oynadığımız ve Semih’in tam anlamıyla son saniyede attığı golle penaltı atışları yapılan ve sonunda turu geçtiğimiz maç burada oynandı. Stadın etrafında dolanırken Semih’in golü aklımıza geldi ve videosunu açıp sesli bir şekilde izlemeye başladık. O arada park halinde üzerinde Hırvatistan bayrağı olan bir aracın yanından geçtik. Durumu tabi daha sonra fark ettik. 🙂 Stadyuma U2 metro hattını kullanarak Stadion durağından ulaşabilirsiniz.

Perchtoldsdorf, Viyana’nın 16 km güneyinde bulunan bir kasaba. M.Ö 6000li yıllara kadar uzanan bir geçmişi olduğu düşünülüyor. II. Viyana Kuşatması sırasında 700’den fazla erkek burada kılıçtan geçirilmiş. Bu kasabayı önemli kılan bir özellikse şaraplarının en iyilerden olması. Viyana’daki proje danışmanlarımız bizi buradaki bir restoranda yemeğe davet edip şarapları tatmamıza vesile oldular. Kasabada bir de kale bulunuyor. Kasabaya S1 ve S2 tren hatları kullanılarak Liesing durağından 256 numaralı otobüse aktarma yapılıp ulaşılabilir.
Kahlenberg, Kahlenberg Tepesi, Macarların Avusturya hükümetinin, üzerilerindeki baskılara dayanamayıp ayaklanması ve kendi güçleriyle savaşı kazanamayacağını anlayıp Osmanlı’dan yardım istemesiyle II. Viyana Kuşatması’nın temeli atılmış oldu. Kara Mustafa Paşa önderliğindeki ordu Viyana’ya doğru sefere çıktı. Osmanlı tehdidine karşı, Kutsal Roma İmparatoru I. Leopold ile Leh Kralı Jan Sobieski arasında ittifak antlaşması imzalanmış olduğundan, Osmanlı seferdeyken Leh Kralı da yardımcı kuvvetlerini toplamaya başladı. Viyana’ya karşı büyük bir taarruz öncesi her şey hazırlanırken, yardımcı kuvvetler küçük düşürülmüş ve hafif süvariler ile gelişlerinin önlenebileceği düşünülmüştü.
Hafif süvariler ile yardımcı kuvvetler durdurulamamış ve sonunda Kahlenberg Tepesi’ne ulaşılmıştı. Bu tepede başlayan savaş, Kara Mustafa Paşa’nın yaptığı bazı hatalar da eklenince mağlubiyet ile sonuçlanmış ve Osmanlı’nın gerileme devri başlamıştır.
Bugün o tepede, Leh savaşçılarının dinlendiği noktada, Polonyalılar adına bir kilise bulunuyor. Yine tepenin yakınlarında Viyana manzaralı restoranlar mevcut. Tepeye çıkmak için taksi veya uber kullanabilirsiniz.

Şehrin en önemli yapılarından olan Opera Binası’na gidemedik. Bizim bulunduğumuz tarihlerde herhangi bir opera gösterisi bulunmuyordu. Operaya gitmek isteyenler, belki de aylar öncesinden, internet sitesi üzerinden yerlerini ayırmaları gerekiyor. Ayrıca şehirdeki müzeler gerçekten çok pahalı. Her birine girmek de pek mümkün görünmüyor. O yüzden iyi bir araştırma yapılıp hangi müzenin size en iyi deneyimi vereceğini kararlaştırıp o şekilde gezmek en mantıklısı.
Ne Yenir
Viyana, yüzyıllardır hizmet veren yüksek tavanlı, üstü mermer kaplı masaları ve thonet sandalyeli kafeleri ile nam salmış bir şehir. Öyle ki bu kafeler zamanında, Sigmund Freud, Gustav Klimt, Mozart, Beethoven, Adolf Hitler ve Nazım Hikmet gibi tanıdık isimleri misafir etmekle kalmamış birçok dizi ve filme de ev sahipliği yapmışlar. Viyana denince akla ilk olarak, şinitzel ve kahve geliyor.
Kahve, Viyana’ya Osmanlı ile girse de kahve kültürü öylesine gelişiyor ki, Kaffeehaus dedikleri, her biri kendine has çok şık özellik barındıran mekanları meydana getiriyor. Bu kafeler Kasım 2011’de UNESCO Ulusal Manevi Kültür Mirası Envanterine dahil edildi. UNESCO’nun beyanına göre: Viyana kahve dükkanlarının tipik özelliği kahvenin servis edildiği mermer masalar, Thonet sandalyeler, kutular (localar), gazete masaları ve tarihi tarzda iç mekan tasarım ayrıntıları. Kahve dükkanları zamanın ve mekanın tüketildiği fakat sadece kahvenin fatura edildiği yerlerdir.
Bu kafelerin tamamını gezmeye ne vaktiniz ne de paranız yeter. Ben de gidebildiğim kadarını yazmaya çalışacağım.
Café Sperl, TU Wien’e giden sokağın hemen başında, Gumpendorfer Strasse, bulunuyor. 1880 yılında Café Ronacher ismiyle açılmış olsa da 1884 yılında Café Sperl ismini almış ve o günden bugüne işletmecisi değişse de ismini korumuş. 1995 yapımı Before Sunrise filminin bir sahnesi burada çekilmiş. 1998 yılında da Avusturya’da yılın kafesi ödülünün sahibi olmuş. İlginç bir ayrıntı ise, Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne başvuran Adolf Hitler’in, akademiye yakın olduğu için bu mekanı sık sık ziyaret etmesi.
Burada şinitzel yedim. En iyi yer burası mı açıkçası bilmiyorum. Şinitzeli genel olarak domuz ve tavuk etinden yapıyorlar.

Café Schwarzenberg, 1861 yılında inşa edilmiş kafe, Ringstrasse üzerinde bulunuyor. Klasik bir Viyana kafelerinden. Sadece gezmek için bile gidilir. Ünlü isimlerle ismi anılan bir yer olmasa da mesela Mimar Josef Hoffmann birçok eserini burada çizmiş. Arkadaşlarla takılmalık güzel bir mekan.
Café Sacher, mekan, dünyaca ünlü Hotel Sacher’in altında bulunuyor, tam karşısında da opera binası var. Buranın meşhur olmasının sebebi Sacher Torte dedikleri bir tatlı. Hotel 1876 yılında Eduard Sacher tarafından yaptırılmış. Pastacı olan babası Franz Sacher, Avusturya Şansölyesi tarafından düzenlenen bir resepsiyonda ilk kez Sacher Torte’yi yapıyor ve çok beğenilen bu tatlı daha sonra büyük bir üne kavuşuyor.
Sacher Torte, ağır bir çikolatalı kek üzerine ince bir kayısı reçeli eklenerek ve üzeri yine çikolata ile kaplanarak hazırlanıyor. Çok ağır olduğundan krema ile servis ediyorlar. Orijinali Café Sacher’de yapılsa da danışmanlarımızdan bir arkadaş Café Demel’in daha iyi olduğunu söyledi.

Café Demel, 1786 yılında açılmış olan kafe şehrin en iyi pasta tedarikçisi. Kraliçe Sisi en çok buranın tatlılarını beğenirmiş. Hofburg Sarayı’nın da hemen yanında bulunuyor. Aynı zamanda kraliyet tatlıcısı olarak ün salmış. Pastaların hazırlandığı yeri camekanın arkasından izleyebiliyorsunuz. Pastaları biraz pahalı ve oturmak için sıra beklemek zorunda kalabilirsiniz. Biz sıra beklemek istemediğimiz için Sacher Torte’yi burada deneyemedik. İlginç bir detay ise pastanenin şu anki işletme hakkının Türk kökenli bir Avusturyalı olan Do&Co’da olması.
Café Central, tarihi 1876 yılına dayanan kafenin müdavimleri arasında Sigmund Freud, Hugo von Hofmannstahl, Leo Perutz, Leon Trotsky gibi edebiyat dünyasının önemli isimleri bulunuyor. Hatta Avusturyalı şair Peter Altenberg‘in sürekli oturduğu masada mumyası bulunuyor. Klasik müzik eşliğinde yemek ve tatlılarınızı yemek için uzun bir süre kuyrukta bekleyebilirsiniz. Önceden rezervasyon yapmanız daha faydalı olacaktır.
Peter Pane, Mariahilfer’de bulunan enfes bir hamburger mekanı. Seçtiğiniz hamburgeri üç farklı ekmek türü ile yeme fırsatınız oluyor. Ortalama bir ücretle güzel bir hamburger menü yiyebilirsiniz.
The Restaurant Mill, Mariahilfer caddesi yakınlarında bulunan bu mekanda yerel bira ve şarapların yanı sıra oldukça romantik bir ortamda güzel yemekler yiyebilirsiniz. Fiyatlar uygun.
Ra’mien, TU Wien ile Café Sperl arasında bulunan Asya Restoranı. Değişik tatlara açık biriyseniz kesinlikle denemeniz gerekir. Fiyatlar uygun.
Tiger Wurth, Perchtoldsdorf köyünde bulunan, şarabın en iyisini bulacağınız, barbekü ve aperatifleriyle birlikte güzel bir akşam yemeği yiyebileceğiniz otantik bir mekan. Burada ortalamanın üstünde bir ücret ödemek durumunda kalabilirsiniz tabi.
Gece Hayatı
Viyana’da gece hayatı oldukça sakin ilerliyor. İnsanlar genelde Tuna Nehri’nin bir kolu olan Donaucanal veya Stephanplatz etrafında toplanıp bir şeyler içiyor. Öneri üzerine Funky Monkey ve Gnadenlos gibi ortalama mekanlara gittim. Bu mekanların etrafında diğer birçok mekan bulunuyor. Mariahilfer taraflarında da Donau Techno ve Das Biero‘da takılabilirsiniz. Donaucanal etrafında ise Strandbar Herrmann çokça ziyaret edilen bir yer. Lunaparkta güzel bir mekan bulunuyor. Bunu orada gezerken etrafta dolanan şık giyimli insanları görünce anlamıştık.
16 gün süren Viyana maceramızı da böylece tamamladık ve Türkiye’ye döndük. Bir sonraki yazı Prag hakkında olacak. Görüşmek üzere.
don’t be afraid, take the roads with GumsN’Shoes.