Halo,
Heidelberg’e Mannheim’de katıldığımız bir kurs sırasında, bir gün ayarlayıp gelmiştik. Mannheim yazısına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Tabi Heidelberg hakkında gitmeden önce on yüz bin milyon tane blog yazısı okudum. Hepsi de şehrin ne kadar minnoş olduğundan, ne denli şirin olduğundan, romantizmi doruklarında yaşayabileceğiniz bir memleket olduğundan falan bahsediyor.
Allah aşkına şu kalabalığın olduğu yerde ne minnoşluğundan bahsediyorsunuz?

Şu fotoğrafta kalabalıktan nefes alabileceğiniz bir şirinlik var mı?

Şu fotofta romantizmi yaşayabileceğiniz bir boşluk görebiliyor musunuz?

Gezilecek Yerler
Şakayı ve kalabalığı bir yana bırakırsak Ren ve Neckar nehirleri arasındaki vadiye kurulan ve efsane bir doğası olan Heidelberg, gerçekten de bahsedildiği gibi nefis bir şehir. Adına “Ich hab’ mein Herz in Heidelberg verloren /Kalbim Heidelberg’de kaldı” diye bir şarkı bile yazılmış olan şehir, Dünya Savaşı sırasında, şirinliğinden midir nedir, hiç bombalanmamış.
Mannheim’den 5 numaralı tramvay ile 20 dakika içinde şehrin ve Avrupa’nın da trafiğe kapalı en uzun caddesi olan Hauptstraße ulaşıyorsunuz. Cadde boyunca dinlenebileceğiniz, ıvır zıvır satın alabileceğiniz, yiyip-içebileceğiniz bir çok mekan bulunuyor. Yukarıdaki görüntü caddeden.
Avrupa’nın en eski, dünyanın da en iyi üniversitelerinden biri olan Heidelberg Üniversitesi yine bu şehirde. Hatta, Georg Willhelm Friedrich Hegel bu üniversitede bir süre bulunmuş. Yine bünyesinde Nobel ödülü kazanan profesörler de bulundurmuş.
Hauptstraße caddesinin sonlarına doğru 1398 yılında inşa edilmiş olan protestan kilisesi Heiliggeistkirche, eski gotik yapısıyla sizi karşılıyor.

Yine caddenin sonunda, kaleye doğru da çıkılan sokağın başındaki Markplatz Meydanı‘nda, 1700’lü yıllarda şehri Fransızlara karşı koruyan halkın kahramanlığını simgeleyen bir Herkül heykeli ve çeşmesi bulunuyor.

Heidelberger Schloss, meydandan yukarı doğru 10 dakikalık yürüme mesafesinde bulunan kaleye çıkmak için füniküler alternatifi de mevcut. Füniküler sanırım 20. yüzyıl başlarında yapılmış.
Kalenin ilk yapım tarihinin 1225 olduğuna dair bilgi veren bazı kaynaklar mevcut. Dönemin en büyük Rönesans mimarisine sahip sarayı olduğu söyleniyor. Kale 17. yüzyılda yapılan 2. Dünya Savaşı sırasında Fransızlar tarafından yıkılmış, daha sonra da yeniden inşa edilmiş. 1764 yılında bu sefer de şimşek çakması sonucu kalenin yeniden inşa edilen kısımlarından biri alevler içinde kalarak tekrar yıkılmış. Bugün kalenin bazı kısımları hâlâ yıkık kalıntılar halinde duruyor.
Kaleye 7€ gibi bir ücret ödeyerek girebilirsiniz. Kaleye girdikten sonra Heidelberg şehrinin kartpostalı andıran görüntüsünü gördüğünüz zaman bütün o kalabalığın oluşturduğu çirkin görüntüyü unutuyorsunuz.

Kalenin içerisinde Alman Eczane Müzesi ve 1751 yılından kalma, 185 bin 500 litrelik dünyanın en büyük ahşap fıçısı da bulunuyor. Alman Eczane Müzesi’nde ilaç sektörünün bitkilerden başlayan tarihini, ilaç üretimi için kullanılan malzemeleri görme şansınız olacak. Bizim, şu anda laboratuarlarda gördüğümüz malzemelerin eski zamanlardaki kullanılan şekillerini görmek oldukça heyecanlıydı.

Kalenin etrafı yeşilliklerle dolu olunca elbette ki insanların yürüyüş yapabileceği ve Heidelberg şehrini kaleyi de içine alacağı şekilde görebileceği alanlar yapılmış.

Kaleden arka yolu kullanarak çıkabilirsiniz, yol sizi tekrar Markplatz Meydanı’na götürecektir. Oradan da 1788 yılında Karl Theodor tarafından yaptırılmış ancak 2. Dünya Savaşı sırasında Alman askerleri tarafından yıkılıp daha sonra halkın topladıkları paralarla tekrar yapılarak 1947 yılında açılmış olan Eski Köprü (Atle Brucke), diğer adıyla da Karl Theodor Köprüsü ziyaret edilebilir. Köprü üzerinde ayrıca Karl Theodor ve bir Roma tanrıçasına adanmış iki adet heykel bulunuyor.


Köprüyü geçtikten sonra tepeye çıkmak için Filozof Yolu(Philosophenweg) dedikleri, dar ve yürümesi eğlenceli bir yolu kullanabilirsiniz. Tabi öğrencilerle ve profesörlerle dolu bir memlekette ismi filozof olan bir yola rastlamak şaşırtıcı değil.

Filozof yolu sizi insanların yürüyüş, koşu yaptığı bir ormana çıkaracaktır. Şehri, kaleyi ve köprüyü içine alan en güzel fotoğrafları buradan çekebilirsiniz.

İstisnasız herkes tarafından beğenilen bu şehir günün sonunda sizi kendine aşık edecek kıvama getiriyor. Havanın kararmaya başlamasıyla sokaklar daha da canlanıyor. Bir günün gezip dolaşmak için yeterli olacağı şehirde konaklamak isterseniz otel rezervasyonlarınızı çok çok öncesinden yapmanız gerekecektir. Biz günün sonunda tekrar 5 numaralı tramvaya binerek Mannheim şehrine döndük. Orada bir gece daha konaklayarak Frankfurt Havaalanına yerel treni kullanarak geçtik ve ülkemize döndük.
Bu arada Frankfurt Havaalanını diğer havaalanlarından ayıran birçok özellik var. Normalde havaalanlarına sıkılmamak için erkenden gitmemeye çalışırız ancak burası tamamen farklı. VIP salonları andıran alanlarıyla, telefonunuzu bağlayıp müzik dinleyebileceğiniz koltuklarıyla ve pahalı da olmayan cafeleriyle ve tabiki dünyanın her noktasından gelen uçaklarıyla kendini diğerlerinden ayırıyor.
Heidelberg gezisini de böylece bitirmiş olduk. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.
don’t be afraid, take the roads with GumsN’Shoes.