Zdravo,
Uzun zamandır planladığım Balkanlar otostop turunu nihayet gerçekleştirme şansını yakaladım. Aslında 20.08-05.09 tarihlerini kapsayan zaman diliminde gerçekleştirmeyi planlıyordum ancak Almanya’daki bir kursa katılmak için Shengen’e başvurup vize işlemleri zamanında sonuçlanmayınca 25.09-09.10 tarihleri arasına ertelemek zorunda kaldım. Tur planım Üsküp, Ohrid, Tirana, İşkodra, Herceg Novi, Mostar, Sarajevo, Belgrad ve Priştine şeklindeydi. Gitmeden önce tabi ki herkes gibi ben de kısa bir araştırma yapmak istedim. On yüz bin milyon tane blog yazısı okudum ancak her birinden ayrı bir ses çıkıyordu. Birisi bir sınırda sorun yaşamışken, bir diğeri aynı sınırdan hiçbir sorun yaşamadan geçebilmiş oluyor. Bütün bunları birinci elden yaşamanın daha yararlı olacağını düşünerek planımı yaptım. Makedonya’da Üsküp ve Ohrid şehirlerini gezme fırsatı buldum. Okumak istediğiniz şehrin üstüne tıklayarak direkt atlayabilirsiniz.
MAKEDONYA
- Üsküp’e uçakla geldim. Uçak bileti alırken dönüş bileti almadan işlem yapmayın uyarısı çıkmıştı ama önemsemeyip bileti aldım. Uçuş vakti yaklaştıkça içimi bir huzursuzluk kapladı, ben de gideceğim noktaların tamamına iptal edilebilir hostel rezervasyonları ve Balkanlarda geçireceğim süre boyunu kapsayan sigorta işlemi yaptım ki hiç gerek yokmuş. Tek bir soru dahi sorulmadan giriş damgasını vurdular.
- Yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı Makedonya’da nüfusunun %40’ını Makedonlar, %30’unu Arnavutlar geri kalanını da değişik milletlerden insanlar oluşturuyor. Toplam nüfusun 500 binden fazlası da başkent Üsküp’te yaşıyor.
- Para birimi Makedon Dinarı (MKD). 1€’nun değeri 60MKD.
- Ülke genel olarak çok ucuz ancak bazen ucuz olduğu için ipin ucunu kaçırabiliyorsunuz, dikkat etmenizi öneririm.
- Resmî dili Makedonca. İnşallah, maşallah, haydi, çorap, çat pat, şalvar, börek, asker, çay gibi Türkçe’de de bulunan kelimeleri kullanıyorlar.
- Taksi çok ucuz, 40MKD’den açılıyor. İllegal taksicilere dikkat edin, taksiye bindiğinizde taksimetresi olduğuna emin olun. 100MKD’ye gidebileceğim yere götürüp 900MKD’den fazla para istedi benden taksicinin biri, vermedim tabi ama yine de 200MKD vermem gerekti.
- Otobüsler kart usulü çalışıyor. Beni misafir eden arkadaş bana kartını verdiği için nerden alınır, ne kadara alınır bilmiyorum.
- İnsanlar trafik kurallarını çiğnemiyor, yayaya yol veriliyor. Kırmızı ışıkta geçmenin cezası 300€, hız sınırını aşmanın cezası 500€. Asgari ücretin 200€ olduğu bir memleket için işi ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyorlar.
- Zorunlu askerlik yok, isteyen paralı askerlik yapabiliyor.
ÜSKÜP
Gezilecek Yerler
Üsküp 1392 yılında Osmanlı himayesine girmiş ve 500 yıldan fazla bir süre de himayesi altında kalmış. Bu nedenle aşina olduğumuz çokça yapı mevcut.
Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde yazdığına göre, şehrin fethi sırasında 7 küp altın bulunmasından sonra Gazi Evrenos Bey, “üst küpten alın” demiş ve “Üst Küp” ten bozma şehrin ismi Üsküp kalmış.
Üsküp havaalanından şehir merkezine belirli aralıklarla hareket eden otobüs ile gidilebilir. Otobüs fiyatı 175MKD. Üsküp’te Couchsurfing’den bir arkadaşın evinde kaldım. Hafta içi geldiğimden kendisi çalışıyordu, bu yüzden akşam saatine kadar sırt çantamla dolaşmak durumundaydım.
En önemli caddesi olan Makedonya Meydanı (Macedonija) gittim. Kaçırmanız mümkün değil zira Makedonya başkanı Paris’i ziyareti sırasında gördüğü Triomphe’nin aynısı ‘bizde niye yok’ diyip caddenin girişine dikmiş. Makedonya Zafer Kapısı adını verdikleri bu yapı, Makedonya’nın bağımsızlığının 20. yılı anısına, yaklaşık 4.5 Milyon Avro harcanarak yapılmış.

İçeri girdiğinizde de karşınıza devasa büyüklükte, Büyük İskender olduğu sanılan ancak haritalarda Warrior on a Horse adıyla işaretlenmiş bir heykel çıkıyor.

Gezip görmeniz gereken ne varsa bu cadde üzerinde bulunuyor neredeyse. Heykelden Vardar Nehri’nin diğer yakasına doğru, üzerinde yazılan bilgiye göre 6.yy’da inşa edilmiş 1421-1451 yılları arasında II. Murad döneminde yeniden inşa edilen, son halinin de 2008 yılında aldığı yazılan, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü de denen Taş Köprü üzerinden geçerek gidebilirsiniz.

Köprünün hemen yan tarafında Makedonya Mücadele Müzesi (Museum of Macedonian Struggle) ziyaret edip Makedonya tarihini baştan sona dinleyebilirsiniz. Tarih boyunca Osmanlı’nın ve Yunan’ın yaptığını iddaa ettikleri zülümleri dinleme şansınız olacak. Müzeye giriş ücreti 300MKD ancak öğrenci olduğunuzu söylerseniz 120MKD girme şansınız var. Yaklaşık bir saat süren sunumu tek kişi dahi olsanız gerçekleştirmeniz mümkün. Benim en çok şaşırdığım nokta Makedonya’nın bağımsızlık mücadelesini fonlayanlardan birinin Yahudi olduğunu söyledikleri noktaydı. Müze içerisinde fotoğraf çekmek yasak.

Müzeden çıkıp cadde boyunca yine devasa heykellerin yanından geçerek Eski Çarşı (Old Bazaar) denilen, cafe, restoranların bulunduğu bölgeye doğru ilerleyebilirsiniz. Devasa heykelleri geçtiğinizde sizi hemen Davut Paşa Hamamı karşılıyor. Günümüzde Ulusal Galeri olarak hizmet veren hamama girişler ücretli. Onun karşısında da Üsküp Güneydoğu Avrupa Üniversitesi var.

Türk Çarşısı dedikleri Osmanlı dönemi çarşısının bulunduğu sokaktan da geçerek Mustafa Paşa Camii‘sine gidebilirsiniz. Mustafa Paşa Camii 1492 yılında Yavuz Sultan Selim’in veziri olan Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. 1963 yılında Üsküp’te meydana gelen şiddetli depremde hasar görse de 1968 yılında onarılıp tekrar ibadete açılmış. Orada sizi, ilgilenenlere camiinin tarihini anlatan Nuri karşılayacak. Camii ve kendi hikayeleri paylaşmak konusunda baya heyecanlı birisi.


Camiden çıkıp Old Bazaar’a doğru kalenin olduğu sokaktan inebilirsiniz, böylece Üsküp Kalesi’ni de görme şansınız olur. Kale şehrin en yüksek tepesine kurulmuş. İlk olarak milattan sonra 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu döneminde inşa edildiği düşünülen Üsküp Kalesi’nin, 518 yılındaki bir depremle yıkılmasının ardından Bizans İmparatoru I. Justinian, doğduğu yere bir eser kazandırmak amacıyla kaleyi yeniden yaptırmış. 1963 yılında yaşanan depremden sonra herhangi bir restorasyon çalışması yapılmamış.

Ben bu turu tamamladıktan sonra nehrin yine karşı tarafına geçip Rahibe Teresa anısına yapılan Rahibe Teresa Anı Evi (Mother Teresa Memorial House) gitmiştim ancak size önerim şehir turuna Memorial House’den başlamanız, hatta cadde boyunca ilerleyip şu anda Üsküp Şehir Müzesi olarak kullanılan Eski Tren Garı‘nı ziyaretle başlayabilirsiniz. Böylece, aynı yolu sadece fazladan bir yer daha görmek için tekrar dönmek zorunda kalmazsınız.

Peki kimdir bu Rahibe Teresa?
1910 yılı Üsküp doğumlu Teresa, Hayırsever Misyoner Cemaati’nin kurucusu. Hayırseverlik faaliyetleri sonucu 1975 yılında Nobel Barış Ödülü almış bir isim. Anı Evi ise 2009 yılında açılmış. Evin konumu, Teresa’nın vaftiz edildiği bir kiliseye aitmiş. Evin içerisinde Teresa’nın doğumundan, ölümüne kadar yaşamının çeşitli yıllarına ait fotoğraflar, dökümanlar ve eşyalar bulunuyor. Giriş ücretsiz.
Ertesi gün Üsküp’e kadar gidip görmeden dönmemeniz gereken Matka Kanyon‘a gittim. Oraya gitmek için belirli aralıklarla hareket eden 60 numaralı otobüsü kullanabilirsiniz. 2 ve 12 numaralı otobüsler de kanyona 3-5 km mesafeye kadar götürüyor, gerisini yürüyerek veya taksiyle gidebilirsiniz. 60 numaranın hareket saatleri seyrek, otobüsün hareket saatlerini önceden araştırmanız daha yararlı olacaktır.

Matka, olağanüstü bir doğaya sahip. Nehir 7-8 km’ye kadar uzanıyor. Tadını çıkarmak için ilk etapta kayak yapmayı denedim ancak yarım saatte en fazla 250 metre gidebilince geri dönüp yürüyerek ilerlemeye karar verdim. Kayak ücreti; yarım saat 150MKD. Ayrıca bot turu da yapabilirsiniz, o da 400MKD.

Benim gibi yürümeyi seven biri iseniz dağın etrafındaki yoldan 3.5 km kadar yol yürüyüp geri dönebilirsiniz. 3.5 km’nin sonunda yolu kapatmış olduklarını göreceksiniz. Yolun bir kısmı ormanın içinden geçiyor, tek başına olanlar biraz tırsabilir ancak herhangi bir sorun olacağını sanmıyorum.
Döndükten sonra da kanyonun hemen başındaki 1389 yılında inşaa edilen Aziz Andrew Kilisesi (St. Andrew Church) ziyaret edilebilir. Günün yarısından fazlasını kanyonda geçirdikten sonra eve dönüyorum ve akşamı da evinde kaldığım arkadaşın arkadaşları ile bir lokantada geçirip güzel bir akşam yemeği ile Üsküp gezimi tamamlıyorum.

Ne Yenir
Balkanlar denince akla ilk gelen şey börek oluyor. En iyisi nerde bulunur bilmiyorum ama herhangi bir börekçide yiyebilirsiniz. Simit Boğaca dedikleri, kimse sorsam ekmeğin içine ekmek koyuyorlar diye tarif edilen bir çeşit ekmek (hadi ekmek diyelim) var. Sadece Üsküp’te bulunuyor ve sadece sabah yiyebilirsiniz. Ben yiyemedim ama siz yine de denemiş olmak için yiyebilirsiniz.
Old Bazaar’da bölgenin en eski kebap restoranı olan Destan, blog yazılarının tamamında önerilen mekan konumunda. Ben orada ‘sarska pleskavica’ dedikleri kaşarlı köfte, yanında da rendelenmiş peynir, domates ve hıyardan yapılan ‘sophska salad’ yedim. Size de tavsiye ederim. Yine Old Bazaar’da Türklerin de işlettiği kafelerde oturup çay, kahve içebilirsiniz.

Gece Hayatı
Gittiğim tarihlerde eğlenceli bir gece hayatına rastladığımı söyleyemeyeceğim çünkü soğuğun ve yağmurun başladığı tarihlerdi. Ancak beni misafir eden arkadaş açık hava mekanı olan Havana‘da yazları baya eğlendiklerini söyledi. İlk gece Couchsurfing’den buluştuğumuz arkadaşlardan biri de bizi Saloon isimli Teksas havasının hakim olduğu bir bara götürdü. Akşam 11’den sonra açılıyor sanırım ve bana kalırsa eğlenceli bir mekan.

OHRİD
Gezilecek Yerler
Sabah erken saatte uyanıp 12 numaraya binerek Matka Kanyon’u yol ayrımında inip Ohrid’e doğru otostop çekmeye başladım. Sadece iki araç değiştirerek Ohrid’e vardım. Üsküp’teki soğuğun aksine Ohrid’de güneşli bir hava karşıladı beni. Balkanlar gezimin genelinde hava durumu sürekli değişiyordu. Bir şehirde soğuğu yaşarken diğerinde sıcak bir havaya maruz kalabiliyordum.
Burada host bulamadığımdan City Inn isimli hostelde kaldım. Şehir merkezine çok yakın, temiz, çalışanları cana yakın ve oldukça ucuz bir hostel, tavsiye edebilirim.
Ohrid, yine Evliya Çelebi’ye göre dönemin Bağdat, Mısır ve Konstantinopolis kadar işlek olan, gölden çıkan balığın mahsulatından zenginleşen insanları duyan krallar tarafından sürekli işgal edilip yağmalanmış, son olarak da Fatih Sultan Mehmed’in fethiyle 500 yılı aşkın bir süre Osmanlı hakimiyetinde kalmış bir şehir.
Ohrid’e Makedonya’nın incisi olarak hitap ediyorlar. Ülkenin en çok turist çeken yerleşim yeri. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmış, kiril alfabesinin ortaya çıktığı, İncil’in Latin ve Slav dillerine ilk çevrildiği yer. Hatta Ohrid için ‘Tanrı cenneti yaratırken yeryüzüne bir damlasını Ohrid’e düşürmüştür’ diye bir söz bile var.
Çantamı hostele bıraktıktan sonra küçük bir şehir turu yapayım dedim. Şehrin merkezi olan Kliment Ohridski caddesi, 1000 yıllık bir ağacın da olduğu trafiğe kapalı cadde, boyunca ilerleyip henüz ara sokaklara inmiştim ki elemanın biri beni işaret ederek ‘dur tahmin edeyim senin adın Abdussamed olmalı’ dedi. Ağzım açık bir şekilde ona bakarken ‘yakın zamanda Kudüs’e de gittin’ demesin mi! Bunu söyleyince ‘ya İnstagram ya da Couchsurfing’den biliyorsun’ dedim. Önce biraz mırın kırın etti ama cs’den bildiğini itiraf etti. Adı Ömer, Ohridli ve Ohrid’de imamlık yapıyormuş, gayet eğlenceli biri, o dakikadan itibaren şehir turunu beraber yaptık.

Ohrid çok küçük bir şehir, Üsküp’e göre de ucuz. İmamın da söylediğine göre açık-kapalı, irili ufaklı 365 tane kilise varmış. İmamla el yapımı kağıt (National Workshop for Handmade Paper) atölyesi önünde karşılaştığımız için ilk önce orayı ziyaret ettik. Dükkan sahibinin adı Lupco Panevski. Çinlilerin ilk kağıt ürettiği yöntemi kullanarak üretim yapıyor. Ürettiği kağıtlara da 15. yy’da hareketli parçalarla yazı baskısını Avrupa’da başlatan Johannes Gutenberg’in baskı makinesinin bir kopyası olan 150 yıllık bir makine ile dilediğiniz baskıları yapıyor.

Daha sonra Ohrid Gölü (Lake Ohrid) kenarına geldik ve göl kenarındaki yoldan yukarı doğru yürüyerek Aziz Yuhanna Kilisesi‘ne (St. Johan at Kaneo) ulaştık. Kilise uçurumun üzerinde yer alan bir Makedon Ortodoks kilisesidir. Kilisenin yapım tarihi tam olarak bilinmiyor fakat kalıntılar ve bazı belgelere göre 1447 yılından önce inşa edildiği tahmin ediliyor. Ohrid’e gittiğinizde mutlaka Oscar ödüllü Before The Rain filmini izleyip izlemediğiniz soruluyor. Hah işte o filmin çekildiği yer olan kilise Ohrid Gölü’nün eşsiz manzarasını size sunuyor. Kilise çok küçük ve giriş ücreti var. Biz kilisenin etrafında manzaranın tadını çıkarmayı tercih ettik.



Bu arada Ohrid Gölü Avrupa’nın en eski gölü konumunda. En önemli özelliği ise yer altından ve dağlardan gelen suyla beslenmesinden dolayı 10 yılda bir kendini yenilemesi. En derin noktası 289 metreyi buluyor, bu da onu Balkanların en derin gölü konumuna getiriyor. Göl içerisinden inci çıkarılıyormuş. Arnavutluk ve Makedonya sınırı yine gölün içerisinden geçiyor. Ohrid’den karşıya baktığınız zaman Arnavutluk sınırları içerisinde olan dağları görmüş olacaksınız.


Kilisenin arkasından Çar Samuel Kalesi‘ne (Tsar Samuel Fortress) doğru çıkıp göl manzarasının yanı sıra şehir manzarasının da tadını çıkartabilirsiniz. Girişler yine ücretli. Kalenin göle uzanan duvarlarının üç kilometre uzunluğunda olduğu biliniyor. 16 metre yüksekliğinde surları ve 18 adet kulesiyle şehrin önemli yapılarından biri. Kale birçok defa saldırıya uğrayıp hasar görmüş ve yenilenmiştir. İlk olarak Romalılar tarafından yapılmış olsa da Çar Samuel kaleyi güçlendirdiği için onun adıyla anılmış.
Kaleden çıktıktan sonra Osmanlı mimarisinden de yapılar bulunan ara sokaklardan aşağı doğru inerek Ayasofya Kilisesi‘ni (Church of St. Sophia) ziyaret ettik. Evliya Çelebi Ohrid’in fethinden sonra kilisenin camiye çevrildiğini yazmış. Kiliseye giriş yine ücretli.

Kiliseden ayrıldıktan sonra Helenistik dönemden bugüne ulaşan Antik Tiyatro‘ya (Ancient Theatre) gittik. Roma İmparatoruluğu Ohrid’i işgal edince tiyatro genişletilmiş. Gladyo dövüşlerinin dahi gerçekleştirildiği tiyatro alanı günümüzde yaz aylarında konser, opera ve her türlü gösteri için kullanılmakta.

Günün son durağı olarak Türk Çarşısı‘na geçtik. Burada garip bir olay bizi karşıladı. Yemeğimizi yedikten sonra küçük bir kafede oturup çay içerken, tabi yanımızda hocanın da olması dolayısıyla muhabbet bir şekilde din-ateizm konusuna geldi. Ateizm konusunu açtığımız anda yan masamızda oturan orta yaşlı Türk çift birden hesabı isteyip, mırın kırın ederek ayaklandılar. Yanımızdan geçerken de ‘buraya karanlık çöktü, her yeri yobazlar kaplamış’ deyip uzaklaştılar. Biz ilk etapta durumu kavrayamadık. Hayır varsa bir fikrin otur tartışalım, böyle kendince laf sokup uzaklaşınca düşüncelerini yüceltmiş mi oluyorsun!
Günümüzü böyle garip bir olayla kapatıp hostelime döndüm. Ertesi sabah, hostelde tanıştığım İngiliz bir arkadaşla (konu açılınca öğrendim ki 2000 yılında İstanbul’da öldürülen Leeds United taraftarının kardeşinin arkadaşıymış.) şehirden 30 km uzakta bulunan, Arnavutluk sınırının hemen dibindeki St. Naum Manastırı‘na (Sveti Naum) otostop çektik. Bir arkadaş bizi Trpejca isimli bir köye bıraktı. İnanılmaz bir manzarası var, nefes kesen görüntüler elde ettik.
Trpejca, Galicica Dağı eteklerinde bulunan bir balıkçı köyü. Özellikle yaz aylarında Ohrid Gölü’nün de manzarasına sahip olması dolayısıyla turistlerin uğrak noktası konumunda. Biz de oraya varmışken güzel manzarasından faydalanmış olduk.


St. Naum’a bir şekilde ulaştık. Manastıra giriş ücreti 100MKD ancak kapıdaki görevli, ona birkaç soru sorunca ücret ödemeden girmemize izin verdi. Küçük bir manastır olan St. Naum 905 yılında Saint Naum tarafından inşa edilmiş. Kilisenin içerisinde Saint Naum’un mezarını da görebilirsiniz.

Manastırı biraz dolaştıktan sonra etrafında bulunan Kara Drim Nehri’nin kaynağını oluşturan Kara Drim Gölü üzerinde tekne turuna çıkabilirsiniz. Gölün sıcaklığı yaz-kış 8 derecede. İnanılmaz bir berraklık var. Berraklığı sayesinde kaynaklardan çıkan suyun fokurtusunu görebiliyorsunuz.

Dönüş yolunda Manastıra en yakın konumda bulunan Lyubanishta isimli köyde, terk edilmiş evlerden incir toplayarak yola devam ederken bizi gören köylüler de üzüm ikram ediyor. Bu şekilde güzel bir günün ardından tekrar hostelimize ulaşıyoruz.
Ne Yenir
Üsküp’te kaşarlı köfte yemiştim, burda da Ćevapi ya da ćevapčići dedikleri parmak boyutunda 5-6 parça etten oluşan yemeği yedim. Gayet lezzetli.

İlk gün Ömer Hoca bana Three Leche ve Ohridska Torta dedikleri sadece Ohrid’de yiyebileceğiniz bir tatlı ısmarladı. Three Leche zaten bildiğimiz 3 farklı süt kulanılarak yapılan karamelli kek, diğeri de turta biçiminde oldukça şekerli bir tatlıydı.

Gece Hayatı
Yaz aylarında çok renkli olduğunu tahmin edebileceğiniz Ohrid gece hayatını, havanın yağmurlu ve soğuk olmasından dolayı gözlemleme fırsatı bulamadım. Ama Jazz Club önerilen mekanlar arasındaydı.
Makedonya turunu böylece bitirmiş olduk. Sonraki yazı Arnavutluk hakkında olacak. Yazıyı Rahibe Teresa’nın bir sözüyle bitirmek istiyorum; ‘Şeytan, bir insan diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünmeye başladığı zaman köklerini yerleştirmiş olur.’
Bir sonraki yazı Arnavutluk hakkında olacak. Görüşmek üzere.
don’t be afraid, take the roads with GumsN’Shoes.