Selamlar.
Çanakkale’ye gitmeye karar verdiğimizde hemen Couchsurfing’den bizi misafir edebilecek birilerini bulmaya çalıştık ve bulduk da, yani bulduğumuzu sanıyorduk, taa ki Perşembe akşamı bizi ağırlayacak couchumuzun işi çıktığı için bizi ağırlayamayacağını söyleyene kadar. Bundan sonra bütün çabamızı kalacak yer bulma konusuna harcadık, Facebook couch gruplarından, couchsurfing ve trustworth sayfalarının hiçbirinden bizi ağırlayabilecek bir couch bulamadık. Allem ettik kallem ettik bir şekilde şehirde bize yer ayarlayabilecek birine ulaştık; o kişi bir milletvekili danışmanıydı. 🙂 O da 10dk içerisinde otelde yer ayarladığını, bize indirim yapacaklarını söyledi. Biz tabi götüm götüm atıyoruz; 5 yıldızlı otelin indirimi ne kadar olur ki diye. Bu arada hâlâ bir umut, birileri bizi evine alır mı diye de çabalıyoruz, Otel parası fazla gelirse oraya geçeriz gibi bir düşüncemiz var.
Otobüsümüz Cuma gecesi hareket etti ve yola koyulduk. Otobüsün Çanakkale’ye bedavaya götürecek olması nimetinin yanısıra akşam sandvici ve sabah kahvaltısı nimetlerinden de faydalandık tabi. Çanakkale’ye varır varmaz da, her ne kadar ‘bir 5 dk etrafta görünelim ayıp olmasın’ diye diretsem de, vakit kaybetmeden ortadan kaybolduk.
Şehire plansız gittiğimiz için aklımıza gelen ilk yer türkülerden de bildiğimiz Aynalı Çarşı oldu. Ordan çıkıp şehir merkezindeki truva atına geldik, Atın olduğu meydana doğru gelirken gözümüze Truva’ya 30 km olduğunu belirten tabela takıldı. İnternetten ufak bir araştırma ile Truva antik kentinin olduğunu keşfettik ve hemen oraya doğru otostop çekmeye başladık. Yolda konaklama sorununu çözdüğümüzden emin olmak için otel ile iletişime geçtik ve geceliği 300€ olan otele herhangi bir ücret ödemeyeceğimiz söylendi. Tabi otelde kalıyor olmanın pek bir avantajı yok aslında, şehirde yaşayan insanların evlerinde kalıp hikayeleri birinci ağızdan dinlemeyi tercih ederim.
Birkaç araçla Truva’ya vardık, kesinlikle bu şehri anlatacak bir rehber ile gezmeniz gerekiyor aksi halde o şehirden hiçbir şey anlamadan ayrılırsınız, ki şans eseri biz şehre giriş yaparken bir rehbere sahip gezi grubu da giriş yapıyordu ve biz de onların arkasına takıldık.
Misal; yukardaki kalıntıları şehri tek başınıza dolaşırken görürseniz, üst üste inşa edilmiş taş yığını deyip yolunuza devam edersiniz ancak bir rehber ile dolaşınca bu yapıların birbirinden bağımsız, şehri işgal eden uygarlıklara ait olduğunu öğrenip bir sürelik şok ile ilerliyorsunuz. Örneğin; soldaki yapıda en alt katman Truvalılara, onun üstü Yunanlılara, en üst katman da Romalılara ait. Sağdaki resimde de yine 4 farklı uygarlığa ait kalıntılar görünüyor. Yanlış hatırlamıyorsam 9 farklı uygarlığa ait kalıntıların bulunduğunu söylemişti rehberimiz.
Bu da meşhur Truva atımız, hani içerisine askerlerin gizlenip 10 yıllık savaş süresince alamadıkları şehre girişlerini sağlayan at. O dönemdekine benzer bir şekilde inşa edilmiş. Şehir merkezinde bir at heykeli daha var, onun da Truva filmi esnasında kullanıldığı ve filmin çekimleri sona erince şehre hediye ettikleri anlatılıyor.
Tarihi savaş alanlarını ve adaları gezemediğimiz için içimizde bir buruklukla İstabul’a doğru yola koyuluyoruz. İlk etapta otostop ile şansımızı denesek de hava kararınca henüz Keşan’a ulaştığımız için blablacar ile yolumuza devam edip İstanbul’a ulaştık. Bir sonraki durağımız ise Konya.
Son olarak, Çannakale gezimizi özetlediğimiz videoyu izlerken çok keyif alacağiniza eminiz.